Futbolda bir maç öncesinde taktiğinizi seçerken bunu belirleyen pek çok şey olabilir. Öncelikle ise hangisinin daha önemli olduğuna karar vermek gerekir; kendi oyununuz mu, yoksa rakibin oyunu mu? Buna verilecek cevap, sahibini proaktif ya da reaktif düşünmeye itecektir.
Proaktif yaklaşımdaki bir teknik direktörün taktiğini belirlerken öncelikle esas alacağı şey ise kendi takımının güçlü yanlarıdır. Buna karşın reaktif yaklaşım, rakibin zaaflarını hedef alır.
Ancak her takımın güçlü ve zayıf olduğu yanlarının olduğu düşünülürse, her teknik direktörün de taktiğini belirlerken dikkat etmesi gereken başlıca şey bellidir; kendi güçlü yanlarını öne çıkarıp, zaaflarını gizlemeye çalışmak.
BURAK YILMAZ’IN ACEMİLİĞİ
Kendisini bir anda geçici de olsa Beşiktaş’ın başında bulan Burak Yılmaz’ın ise, her ne kadar henüz bir teknik direktör olmasa da, uzun ve başarılı futbolculuk kariyeri boyunca çalıştığı teknik direktörlerin taktiklerini nasıl belirlediklerini yakından gözlemleme fırsatı elbette olmuştur. Dün akşam onun için bu gözlemlerini bizimle paylaşma vaktiydi.
Ama üstündeki şık hırkayla kenarda modern ve yenilikçi bir genç teknik direktör gibi dursa da, takımının sahadaki taktik anlayışı onun aslında kramponlarını henüz asmış acemi bir antrenör olduğunu gösteriyordu. Zira Beşiktaş ne güçlü yanlarını öne çıkarabiliyor ne zaaflarını gizleyebiliyordu. Dahası Galatasaray’ın güçlü ve zayıf yanlarına karşı bir hazırlığı da hiç varmış gibi görünmüyordu.
İki hafta önce teknik direktörü görevden ayrılmış, yönetimi olağanüstü kongre kararı almış bir takım, altı puan gerisinde olduğu ezelî rakibine karşı deplasmanda favori olabilir mi? Elbette hayır. Ama dün akşam Beşiktaş, sanki derbinin favori tarafıymış gibi maça başladı. Geriden ısrarla pasla çıkma çabasının başka bir açıklaması olamazdı.
Bu anlamsız tercih ise Beşiktaş’ın zaaflarını gizlemek bir yana dursun, olabildiğince görünür kıldı. Siyah-beyazlıların dün akşam kaçınması gereken belki de ilk şey, savunmadan hücuma pasla çıkmaktı. Zira hem kendi savunmasının merkezi bu anlamda çok sorunluydu hem de rakibin en güçlü olduğu yanı karşı presiydi.
Buna karşın Galatasaray’ın geçen sezondan bu yana en çok zorlandığı yapılar ise derin savunmalardı. Bu yüzden Beşiktaş için en akılcı tercih, Galatasaray’ı kendi yarı sahasına yerleşerek hücum etmeye zorlamak ve arkasında bırakacağı geniş alanları karşı hücumlarla kullanmaya çalışmak olabilirdi. En akıl dışı tercih ise geride pas yaparak Galatasaray’ın presini üzerine çekmekti. Burak Yılmaz ikincisini seçti.
KIRMIZI KART BEŞİKTAŞ’IN İŞİNE GELDİ
Ve Beşiktaşlılar, elleriyle yüzlerini ovuştura ovuştura Daniel Amartey ve Omar Colley’in topla yapabilecekleri ne kadar sakarlık varsa hepsini yapmalarını acı verici bir şekilde seyretmeye başladılar. Sonrası malum; önce Colley’in kaleci Mert Günok’a anlamsız bir geri pası sonrasında Mauro Icardi’nin ilk golü geldi, ardından bu kez Amartey’in bir hamle hatasıyla kalesini terk etmek zorunda kalan ve ceza sahası dışında topa eliyle dokunan Mert kırmızı kart gördü.
Her şey dört dakika içinde olmuştu. Bu dört dakikada Beşiktaş için maç bitmiş gibi görünüyordu. Fakat aslında bu kırmızı kart, siyah-beyazlıların işine gelecekti. Bir kişi eksik kaldıktan sonra iyice kapanan ve hatları birbirine yaklaştıran Beşiktaş, böylece maçın başından itibaren yapması gereken şeyi yapmak zorunda kaldı ve Galatasaray’ı en zayıf olduğu yanı olan set hücumuna zorlamaya başladı.
Lucas Torreira’nın yanında ikinci bir tutucu oyuncu olarak Kaan Ayhan’ı, forvet arkasında da ikinci forvet rolünde Kerem Aktürkoğlu’nu tercih ederek direkt oyun planını iyice keskinleştiren Okan Buruk’un bu seçimleri ise maçın bu bölümünde Galatasaray’ın hiç işine gelmedi.
Bununla birlikte artık maçı kazandığını sanan ve üç gün sonraki Bayern Münih maçını da düşünmeye başlayan Galatasaray’ın rehaveti de Beşiktaş’ın işine yaradı. Savunmada rakibine alan vermeyen siyah-beyazlılar ise buna karşın karşı hücumlarla çok etkisizdi. Fakat 69. dakikada aradığı fırsatı buldular.
İLK VE TEK DOĞRU ATAK
Geriden pasla çıkmaya çalışmak yerine Ersin Destanoğlu’nun bir uzun topunu Rashid Ghezzal kafasıyla arkaya doğru aşırttı, Angelino’nun her zamanki gibi önde yakalanmasını iyi değerlendiren Valentin Rosier ise rakibinden çok şık bir şekilde kurtuldu ve sağ kanattan ceza sahasına sokuldu, ardından oyuna ikinci yarıda giren ve geriden boş bir şekilde ceza sahasına koşu yapan Alex Oxlade-Chamberlain’in önüne çok iyi bir pas bıraktı, Ox da bu pası tek vuruşuyla bitirdi.
Mükemmel bir kontratak golüydü bu, aynı zamanda Beşiktaş’ın maç boyunca denemesi gereken ataklara da harika bir örnekti. Ama ilk ve tek örneği olabildi. Maçı kazanan da sonlara doğru yine Icardi’nin ayağından bulduğu bir penaltı golüyle Galatasaray oldu.
Bu sonuçla beraber aynı zamanda bu sezon Süper Lig’de ikili bir şampiyonluk yarışının olacağı da resmen ilân olundu. Önünü görebilmek için iki ay sonraki olağanüstü genel kurulu beklemek zorunda olan Beşiktaş ise bir sezona daha ekim ayında havlu attı. İdare-i maslahatçılığın ve popülist politikaların hazin fakat kaçınılmaz sonu…
Onur ÖZGEN / GazeteDuvar