Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundaki tarihsel derinliğe baktığımızda; Fenerbahçe, Galatasaray gibi aynı derinliğe sahip Beşiktaş Jimnastik Kulübünü görürüz. Çünkü, Beşiktaş Jimnastik Kulübü diğer iki büyük kulüp gibi bu ülkenin kaderine katkı yapmış bir tarihe sahiptir. Geldiğimiz nokta ise, maalesef bu tarihi rencide edecek birçok değişimi içinde barındırmaktadır.

1980 ve 1990 sonrası ortaya çıkan ve özellikle 2000’li yıllardan sonra temel amaç haline getirilen neoliberal politikalar kurumsallaştırılarak-sözde küresel etkinin gerçeklerine uyum sağlamak için koşulların değişimi kaçınılmaz kılınmasına rağmen, Beşiktaş’ın kültürel derinliğinin kaybolmadan bu değişime ayak uyduracak argümanlara sahip olması sayesinde, Süleyman Seba ile birlikte değişime kendin koruyarak uyum sağlamıştı. Tribünleri organize eden ‘örgütlü kötülük’, ‘Ahmet Dursun Seba gitsin’ tezahüratı ile bu süreç farklılaştı. Bu tezahürat ile başlayan değişim tezgâhı; aynı zamanda Beşiktaş Jimnastik Kulübünün de 121 yıllık bir birikimin sonu anlamına geliyordu. Ve bu yeni dönemin ilk Başkanı seçilen Serdar Bilgili, kulübün dışarıya açılmasının kaçınılmaz bir değişim olduğunu ve para harcamasının da gerektiğini söyleyerek yıkıma ilk kazmayı vurdu. Çünkü Beşiktaş değişimdeki rekabet gücünü artırmak zorundaymış… Asıl istenilen ise bir ticaret ortamı yaratılmasıydı.

Hbr1903

HABER1903 farkını yaşamak için İNDİR..

Yeni dönem üzerinde pazarlanan futbol artık sermaye birikimini sağlayabilen bir ‘kültür endüstrisi’ ürünü haline gelmişti. Ürünün pazarlama alanı olarak da Beşiktaş iyi bir ticari alan haline getirildi. Takdir edersiniz ki ‘kültür endüstrisi’, ürünleri ile insanlara başka bir hayat yaşatır. İnsanı aslında gereksinim duymayacağı ürünleriyle yanlış yönlendirir ve onları sistemle bir araya getirip uzlaştırarak kapitalist tahakkümün yeniden üretimine yardımcı olur. İşte bu yüzden taraftarlar için 12,4 milyar liralık borcun bir önemi yok ve illa da transfer istemelerinin temel dayanağı da burasıdır. Ve bu yüzden Genel Kurul 2000 yılından sonra bu sisteme entegre olmuş insanları başkan olarak seçmektedir. Çünkü, Genel Kurul üyeleri de sistemde yer kapmak ve sisteme entegre olmak istemektedirler.

Çünkü, futbol pazarında dolaşan para oldukça fazladır ve bu sürekli olarak yeniden üretilir. Nitekim oluşan ‘futbol endüstrisi sayesinde’ milyarlarca dolarlık sermaye el değiştirdi. Milyarlarca dolarlık futbol endüstrisinin tüm kesimlerin ilgisini çekmesi (!) bu büyük pastadan pay isteyenlerin oranı her geçen gün artırmaktadır. Bu yüzden Genel Kurullarda sıkı pazarlıklar yapılır ve her gelen grup bir menajer tahakkümü kurmaya çalışır.

Beşiktaş’taki bu ticaret, Beşiktaş için var olma nedeni olan altyapı işletme modelini terk ederek bir transfer pazarının yaratılması ile başladı. Beşiktaş’ın sahip olduğu ve dünya futboluna örnek olan bu üretim mekanizması ve altyapı programı bu ticaret uğruna resmen imha edildi. Ne Metin, Ali, Feyyaz ne de Rıza, Gökhan artık yetişmeyecektir. Ticaretin babası ‘Fulya Projesi’ ve ‘Stat Projesi’n de yapıldı. Bu projeler bu sürecin-değişimin (!) etkileri doğrultusunda cesur (!) insanların elinde nasıl heba edildiği çok açık ve net olarak ortadadır. Beşiktaş’ın geleceği olan bu projeler, rekabet ortamında Beşiktaş’ı farklı kılacakken-kaynak transferi haline getirilen bu projeler Beşiktaş’a yük haline geldi.

Serdar Bilgili, Yıldırım Demir Ören, Fikret Orman, Ahmet Nur Çebi bu değişim kisvesi altındaki ticaretin nasıl yapılacağını çok iyi bilen başkanlardı. Son 24 yılda gelen bu başkanlar bir önceki başkanın açıklarını koruyup, ama kurduğu takımı dağıtıp-yenileyerek (!) ticaret hacmini büyütüp adeta servet transferi yaptılar.

Ama… özellikle Hasan Arat dönemi başka… 9 ayda 100 milyon avro para harcadı. Ve bu ticareti nirvanaya çıkarttı. Aboubakar, Ghezzal, Bailly, Colley, Amartey, Amir, Rosier, Muleka ve Demir Ege’yi yollayarak-takımı boşaltıp-sözde daha iyi transferler yapacağım diye bu parayı harcadı. Rıza Çalımbay’ı yollama operasyonundaki gibi-Samet Aybaba ve Feyyaz Uçar’ı kullanarak yeni transferler için takımın içini boşalttırdı. İşin ilginç yani süreç hala devam ediyor! Bu başkanlardan hiçbiri üretimi, istikrarı ve sürdürülebilir başarıyı düşünmeden sadece ticareti düşündüler.

Bu ticaret yüzünden, Süleyman Seba’nın artı bakiyede bıraktığı kulüp muhasebesinin borcu bugün itibarıyla 12,4 milyara ulaştı. Aralık kongresinden ziyade mayıs ayındaki kongrede farklı bir isim (!) üzerinden sistemin bekasını sağlamaya yönelik iş birliği şimdiden kurulurken… 29 Aralık günü yapılacak kongrenin sadece bu ticaretin devamı için bir yol temizliğinden ibaret olacağı ortadadır.

Bu iki düşük profilli adayın ortaya koydukları tutum-davranışların ve beyanların gösterdiği tek şey; Beşiktaş’ın geleceğine yönelik iyi olabilecek hiçbir öngörülerinin ve donanımlarının olamamalarıdır. Olamamalarının nedeni de bilinçli bir tutumdan değil, sadece ve sadece kapasitelerinin ortaya koyduğu sonuçtan dolayıdır. Ülkedeki ekonomik yapıya dayalı yapısal sorunların yarattığı deformasyondan-kurum olarak en çok Beşiktaş Jimnastik Kulübü’ne zarar verdi.  Tüm geleceği ipotek altında olan kulübün satılma söylentileri bile durumun vahametini göstermektedir.

BirGün/ Müslüm Gülhan