Düşüncenin gücünü ve akla ait olan her şeyin kanıtını ancak somut toplumsal ilişkiler içerisinde aramak gerekir. Neoliberal akıl; somut toplumsal ilişkileri reddederek, kendi soyut gerekçeleriyle liberal kavramlar üzerinden üretim ilişkilerini sınamaya kalkar. İçi boşaltılmış ahlaki saplantıları koz olarak kullanır.
Bu soyut kavramlar üzerinden oluşturulan politikalar sonucunda, finansal serbestleşmenin geliştirdiği ‘rant’ ekonomisini devlet aygıtları üzerinden öznelleştirilerek yeniden dağıtıldığı bir ortamdayız. Bu bir siyasi dayatmadır.
Tüm bu toplumsal ilişkilerdeki yozlaşma nedeniyle ortaya çıkan kurumsal yapılardaki kültürel derinliklerinin korumasız kalması neticesinde, bu ilişkiler üzerinden oluşan çıkar amaçlı örgütlenmelerin desteklenmesi, ‘rant’ ekonomisinin toplumun her mekanizmasına sirayet etmesini sağlamıştır.
Kapitalist üretim modelinin yarattığı sosyoekonomik ilişkiler, bizim gibi toplumlarda feodal kırıntılar üzerinden kurgulanan merkezi güç yapılanmasının oluşturmasıyla-sosyolojik mekanizma ve buna bağlı olarak ilişki biçimleri, gerçek anlamda üretim mekanizmalarının oluşmasını engellemiştir.
Futbol kulüpleri de bundan nasibini almıştır.
‘Rant’ ekonomisi her kulüpte olduğu gibi özellikle BJK’de kendisine derin bir alan bulmuştur.
Beşiktaş, son 22 yıldır kendi var oluş gerekçelerini reddederek-reddettirilerek, tarif etmeye çalıştığım yapı içerisindeki kurguya uyarlamaya çalışan insanların etkisiyle ‘rant’ siteminin kurbanı olmuştur.
Tüm Beşiktaşlılar kendi tarihsel izleri altında olayları tarihsel bakışla algılamaya mecburdur. Yapılması gereken, kültürel derinliğe tarihsel bakış açısıyla eğilmektir.
Beşiktaş’ın kültürü, kendi yaşam özelliklerine sahip olan, karşılıklı olarak birbirine saygıyı esas alan ama belirli çevreleri de etkileyen veya rahatsız eden organizmaya sahiptir.
Bunu reddetmek kulübü feda etmek demektir.
Son 22 yıldır kurulan tüm mekanizmalar bu yapının yok olmasına yönelik gizli gündeme sahiptir. Maalesef, kulübün tarihsel derinliğini bilmeyen ve başarının üretim mekanizması üzerinden kurgulanması reddeden ve bunu adeta kurumsal olarak kurgu haline getiren başkan ve yöneticiler, Beşiktaş’ın içini boşaltarak, dış etkileşmeye mahkûm bir kurum haline getirmeleriyle, adeta kişilerin elinde kullanışlı bir ‘rant’ aparatı halini almıştır.
Feodal kodlar üzerinden kurgulanan merkezi güç yapılanmasının başındaki başkanların profillerini ve yapması gerekenlerle-yaptıkları arasındaki çelişkiye baktığımızda, diyalektik bir kurgu yerine mali ve sportif açıdan büyük bir kaosa neden olmuştur. 7 milyar TL’ye yaklaşan borcun oluşması bir yatırımdan kaynaklanmadığı gibi, sadece sonuç üzerinden başarı beklentisini kurgulayan transfer politikalarının menajerler üzerinden yürütülerek, adeta Beşiktaş’ı bir pazar haline getirilmesinden kaynaklanmaktadır. Sportif anlamda Beşiktaş’ın 22 yıllık hikayesi bundan ibarettir.
Serdar Bilgili, Yıldırım Demirören, Fikret Orman ve Ahmet Nur Çebi’nin Beşiktaş’ın kültürel ve tarihsel derinliği ile uzaktan yakından ilişkisi yoktur. Genel kurullardaki sosyoekonomik ilişkiler neticesinde ortaya çıkan ‘rant’ paylaşımın yarattığı örgütlü kazan-kazan politikalarının kabul görülmesi sayesinde, bu mekanizmayı Beşiktaş Kulübü üzerinde yapılandırarak kulübü bir pazar haline getirmişlerdir.
15. yüzyılda, feodal soyluluğun, iktisadi planda, ortaçağ sonu toplumunda nasıl gereksiz, hatta sıkıcı bir duruma gelmeye başladıysa ve ulusal devletin gelişmesi bakımından nasıl bir engel durumuna gelmişse, maalesef 21. Yüzyılda, aynı şekilde çıkar ilişkileri üzerinde yapılan genel kurullardaki pazarlıklar neticesinde göreve gelen başkan ve yöneticiler Beşiktaş’ın gelişmesinde aynı engeli teşkil etmektedirler.
Peki, bu durum değişecek mi?
Hiç sanmıyorum…
Çünkü ortada bazı gerçekler var ve süreç devam ediyor.
Öncelikle Ahmet Nur Çebi istifa etmedi, sadece olağanüstü genel kurul kararı aldı.
Hala süreci yönetiyor. Ve kendine ait bir yol haritası var. Bunu kurgularken elindeki veriler ışığında bir strateji belirlemeye çalışmaktadır. Çünkü, 22 yıldır emek verip yarattıkları bir pazarı kaybetmek hiçbirinin işine gelmez. Ancak bir uzlaşı neticesinde başkan adayı olmaz.
Ve tüm başkanlar birbirlerinin devamıdır. Hepsi ‘hesap sorma’ siyaseti üzerinden ‘ahkam’ keserken, geldikleri anda var olan siyaseti devam ettirmekten başka bir yöntemi bilinçli olarak kullanmamaktadırlar. Bu bir siyasettir ve ne yapıp-edip bunu kulüp politikası haline getirmek istemektedirler.
Hasan Arat dahil, yeni başkan adayları veya seçilecek başkanların bunun dışına çıkarak-yani var olanı terk edip, olması gerekeni kurgulamaya yönelik bir politika değişikliğine getirmeleri mümkün değildir-çünkü buna izin vermezler. Tüm pazarlıklar bu sitemin güvece altına alınmasına yöneliktir ve bu güvenceyi sağlayacak kişi başkan seçilir.
Bu sitemin ana sermayesi ‘Fulya Projesi’ ve Stadyum inşaatıdır.
Fulya Projesindeki 100 milyon dolarlık kayıpla bitirildi. Stadyum ise, tüm statları devlet yapmasına rağmen yaratılacak ‘rant’ için stadı yapma ve bitirme histerisinin yarattığı panik kulübe 200 milyon dolara mal oldu. Üstelik, 50 bin yerine 40 bin koltuk kapasitesi öngörüsüzlüğü sayesinde her yıl iç maçlarda 200 bin koltuk kayba ve haliyle yılda en az 2-2,5 milyon avro zararla birlikte büyük organizasyonlardaki finallerinin alınmamasına neden olmuştur.
Sonuç olarak; bu iki projede bir tek Beşiktaş Jimnastik Kulübü ‘zarar’ etmiştir ve geri kalan herkes ‘kar’ etmiştir.
Bu sistemin oluşma nedeni Beşiktaşlılık değildir, aksine sömürü sistemi içindeki bir ‘rant’ örgütlenmesidir. O yüzden Beşiktaşlı olmayanların içeriye girmesi de tesadüf değildir. İşin esası ‘rant’ olunca bir ofisten (çan kulesi) sistemi yönetmek de çok kolay oluyor.
Bu sistemin ana menüsü, dışarıya servet transferi yapmak ve oluşan sermayeyi korumak işin olmazsa olmazıdır.
Marx’a göre (Asena Meral duymasın), kapitalist üretim modeli içindeki her birikim, yeni bir birikimin aracı olur ve zamanla birçok bireysel sermayenin büyümesi de toplumsal sermayenin büyümesini sağlamaktadır…
Beşiktaş ise, Marx’ı aşacak bir şekilde-artı değere gerek kalmadan, mutlu bireylere ve mutlu azınlığa kendi eliyle para aktararak sermayenin genişlemesini sağlamıştır.
Politik iktisat açısından incelenmesi gereken bir tavırdır.