Yine, yeniden, kim bilir kaçıncı kez terör belasının tepemizde dolaşması nedeniyle, Cumhuriyet Bayramı (şölensel) etkinlikleri iptal ediliyor. Diziler 2 gecedir "lay lay lom" sayılabilecek sahneler içerebilecek bölümlerini es geçiyorlar.

Herkesin zaten "kaçık" olan ağız tadı, biraz daha kaçmış durumda.

Ama bu maçların da oynanması lazım.

Koluna bir siyah bant takıp çıkıp oyununu oynamak zorundasın.

Beşiktaş için pek keyifli geçmeyen bu sezonun "Avrupa macerası"nda, zaten ağzının tadı bir hayli kaçık sayılır.

Kolay değil, 2 maçta (Ajax, E. Frankfurt) toplam 7 gol yiyip 1 gol atabilmişsin.

Üçüncü maçına da yine Avrupa'nın en önemli liglerinden birinin iyi takımlarından Lyon ile oynuyorsun. Hem de deplasmanda, hem de hücum edecekleri ve senin geride kabul edeceğin neredeyse kesin olan bir maça "ikinci kalecinle" Ersin Destanoğlu ile çıkıyorsun.

Ersin'i küçümsemek için söylemiyorum ama, Mert'in kalitesi ve deneyimi, onun bu takımda "Birinci kaleci" olmasını dikte ediyor.

Ancak böyle durumlarda, "arkada bekleyen" kalecilerin deyim yerindeyse hırs yapıp harikalar yarattıkları çok görülmüştür.

Ersin de Frankfurt maçında pek göz doldurmasa da, Lyon karşısında çok iyi toplar çıkardı.

Tabii, maçın ilk yarısında 0-0'ın bozulmamasını sadece Ersin'e değil VAR'dan gelen isabetli kararlara da borçluyuz.

Mesela 24'üncü dakikada benim TV'den izlerken bile ofsayt dediğim pozisyonda Lacazette'in golünün iptal edilmesi VAR adına doğru bir karardı.

Bu kez 26'da aynı oyuncunun ceza sahasına girerken düşürülmesine hakem önce "doğrudan" penaltı çalıverdi. Ama VAR yine Beşiktaş'ın imdadına yetişti ve pozisyonun ceza sahası dışında olduğuna hükmetti. Faulü yapan Emirhan da sarı kartla "yırttı..."

Ancak, bütün bunlar, Lyon'un neredeyse her dakika başı bir pozisyon bulması ya da pozisyona girecek kadar tehlikeli gelmesinden bağımsız talihli dakikalardı.

İlk yarıda Beşiktaş'ın *maden" gibi sağ kanadını, yani Svensson'un savunduğu kanadını hallaç pamuğu gibi attılar. Benrahma, Cherki ve Noamah Beşiktaş defansına kabus gibi dakikalar yaşattılar ama skoru değiştiremediler.

Svensson'un iyi savunmacı olduğunu ama kısa boy ve bacaklarının hızlı ve çevik kanat hücumcularına yetişemediğini defalarca yazdım. Lyon'da da bunlardan fazlasıyla vardı.

İlk yarı, Beşiktaş'ın zaman zaman bulduğu cılız atak girişimlerinde beceriksizliği ile, Lyon'un da şanssızlığı ile golsüz geçildi.

Beşiktaş, daha hızlı çıkabilmeli ve bu seviyede yakalanan fırsatları elinin tersiyle itmemesi gerektiğini öğrenmeli. Bir de, Gedson ve Rafa'nın işbirliğinden top tutabilme ve iyi servis yapabilme yeteneğinden daha çok yararlanabilmeli.

Futbol öyle bir oyun ki, bir iki ince detay, böyle giden bir oyunda bile rakibinize soğuk duş yaptırmanıza neden olabilir.

İkinci yarıya kaldı umutlar. Her iki takım için de.

Ve daha başlar başlamaz, 46'ncı dakikada Masuaku'nun inatla ve harika getirdiği topu Immobile'ye vermesi üzerine bir anda ayağa fırladık. Ama neredeyse kale çizgisi önünde defansa takıldık.

Sonrasında Lyon'un hızlı çıkışlarında yine Beşiktaş kalesinde çok net olmasa da pozisyonlar bulduğuna ve Ersin'in çok iyi bir gününde olmasının meyvelerini topladığına tanık olduk. Bir topları da dikrekten döndü.

Dakika 6'da hızla kontratağa çıkan Beşiktaş, Rafa'nın ayağından İmmobile'ye aktarılan topla harika bir şut buldu, direkten dönen topa Rafa vurdu o da dışarı gitti. Geride çok pozisyon veren Beşiktaş'ın buna rağmen duvar gibi kapanmayı değil, böyle toplarla çıkmayı tercih etmesi çok olumlu bir nottur.

Korkunun ecele faydası olmadığının anlaşılması durumudur.

Korkmayacaksın. Topu aldın mı, hızlı ve kalabalık çıkabilmenin yollarını arayacaksın. Özellikle bu düzeyde.

66'da Muçi'nin yerine Semih girdi. İleride hem top tutabilme hem de hücum gücünü arttırdı.

Nitekim 71'de bunu çok iyi yaptı Beşiktaş.

Solda rakipten kapılan topu Joa Mario ve Immobile paslaşmasıyla Rafa'ya gelen bir top izledik. Rafa, araya öyle güzel attı ki Gedson'a, atmaması mucize olurdu.

Bu sezon Beşiktaş'ın "gol makinesi" gibi çalışan Gedson, affetmedi. Karşı karşıya öyle güzel vurdu ki, skor 1-0 Beşiktaş lehine yazıldı tabelaya.

Artık, "VAR kararları ve Ersin'le, bu gece Beşiktaş'ın gecesi mi olacak?" demeye başlamıştık.

Az önce yazdım ya, futbol öyle bir oyun ki, "atamayana atarlar" diye bir altın kuralı var. Beşiktaş da bu tür pozisyonları Lyon'a oranla az da olsa yakalıyor bu dakikalara kadar. Bütün mesele soğukkanlı olabilmekte.

83'te "ele çarpma, elle oynama itirazı"nı anlamsız biçimde abartan Beşiktaşlılar Ersin, Rafa Silva gereksiz sarı kartlar gördüler aynı anda. Sakin ve soğukkanlı olmak çok önemli böylesine gerilimli maçlarda.

Gerilimli diyorum, çünkü sürekli baskı yiyorsun, başedebileceğini gösteriyorsun, ileri çıkma fırsatları da yakalıyorsun. Daha soğukkanlı olabilirsen, belki bir 2'nci gol bile gelebilir.

86'da Van Bronckhorst, kendisinden beklenen önemli ve doğru hamleyi yaptı.

El Musrati ve Onur Bulut'u aldı oyuna. Giro Immobile ve Joao Mario'nun yerlerine.

88'da yine akıllı bir kontratakta Rafa Silva tek başına aldı götürdü ama kaleciye nişanladı.

At onu bitsin bu iş orada.

Ah be çocuk!

Dedim ya. Buldun mu değerlendirmesini bileceksin.

En olmadık maçta, "alır, malı götürürsün"

90+1'de Gedson ve Rafa ikilisi "artık bu kadar da olmaz" dedirten bir şekilde kale önünde o topu içeri ittiremediller, bir türlü.

Bu noktadan sonra Beşiktaş "gözü kronometrede" oynamaya başladı.

Bir yandan ileride basıyor bir yandan da geride boş yakalanmamaya çalışarak dakikaların geçmesini bekliyordu.

Emirhan ve Udokhai'nin mükemmel performansını yazmaya hazırlanırken, Zaha'nın 90+4'te attığı yakın mesafeden şutu Udokhai çizgiden çıkarınca, bu maçın "rengi" belli olmuştu.

Udokhai bir de 90+5'te çıkardı.

Artık dakikalar değil, saniyeler sayılmaya başlandığında golcü Gedson'u biraz da zaman çalmak için çıkardı V. Bronckhurst, ve Salih'i aldı oyuna.

Ve Beşiktaş böylesine enteresan bir gecede Lyon deplasmanından enteresan bir 3 puanla dönüyordu.

Kutlu olsun.

Futbol işte böyle bir oyun.... demekten bıktık.

Ama öyle.

Birgün/ Zafer Akpirli