Son ay içinde gerek saha gerek kulüp idaresinde olağandışı gelişmelerin yaşandığı Beşiktaş sahaya indi ya, bütün tuhaflıklar geçici olarak unutulacak sanıldı. Ne var ki, sahada olanlar ülkedeki maçların unutulmasına izin vermeyecek türdendi. İlk devre tıpkı ülkedeki gibi ‘’yoklardaydı’’ Beşiktaş. İlk 25 dakika savunma yapma gayreti nedeniyle o kadar enerji harcadılar ki, hücumu düşünecek haller kalmadı.
Ön alan ve orta saha geçirgenliği tüm yükü savunmaya yıkınca olması beklenenler de oldu! Savunmanın iki kanadı stoperlerle birlikte yükü kaldıramadı. İki kenardan iki gol yediler, ikinci yarıya biri sakatlıktan iki başlangıç stoperini değiştirerek başlamak zorunda kaldılar. İkinci devreye ‘’yoklar’’ arasından üç ‘’yok’’u, Joao Mario, Felix Udokhai ve Milot Rashica’yı kenara alarak başladı Giovanni van Bronckhorst. Ardından önce topu haliyle de oyunu eline geçirdi Beşiktaş ancak ön alan üretkenliği aynı oranda verimli değildi. Nihayetinde sadece topla oynayabilen topsuz oyunda çoğunlukla yürürken izlediğim Semih Kılıçsoy’un tribüne gidecek vuruşu penaltı oldu ancak Giro Immobile onu da atamadı. Futbolun tarihi atmak isterken yenilen gollerin de tarihidir. Faul vardı yoktu, o bizim yurdun tartışması. Aslolan yenilmek değil, öğrenmek. Ancak ‘’kazanma mahkumiyeti’’ öğrenmenin elini ayağını bağlıyor ve öğrenilemediği için de sürdürülebilir kazanımlar mümkün olmuyor.
Hüsran...
İnşa sezonu olması gereken dönemi iç çekişmeler, eleştiriye kapalılık, geçmişin kötü bir taklidi, müsriflik, kendine ait olduğu iddia edilen meziyetlerden uzaklaşıp diğerlerine benzeme çabası vd. gerekçelerle harcayınca hayal kırıklığı ya da hüsran da kaçınılmaz oluyor. Oysa çözüm belli!… Yukarıda sayılanların tam tersi ve daha fazlasını yapmaya çalışmak...
Fanatik/ Cem Dizdar