Gerçekten ayıp…
Barselona’nın Bayern Münih ve Real Madrid maçlarını seyrettikten sonra bu konuda konuşmanın hiçbir şekilde karşılığının olmasının mümkün olamayacağı çok net ortaya çıktı.
La Masia’da yetişmiş pırıl-pırıl gençlerin ortaya koyduğu performansa bakınca gıpta etmemek mümkün değil. Ama orada, Cruyff’un futbolcuların iliklerine kadar işlemiş felsefesi ve prensipleri var. Ve takım içindeki altyapı oyuncularını incelediğimizde ve bizim 4 büyük takım ile karşılaştırdığımızda ekonomik anlamda neye karşılık geldiğini göreceğiz.
Pena 25 yaşında 8 milyon avro, Cubarsi 17 yaşında 40 milyon avro, Gerard Martin 22 yaşında 3 milyon avro, Balde 21 yaşında 40 milyon avro, Casado 21 yaşında 15 milyon avro, Mark Bernal 17 yaşında 5 milyon avro, Gavi 20 yaşında 90 milyon avro, Ansu Fati 22 yaşında 15 milyon avro, Yamal 17 yaşında 150 milyon avro, Pedri 21 yaşında 80 milyon avro, Fermin Lopez 21 yaşında 50 milyon avro, Hector Fort 18 yaşında 10 milyon avro, Bernal 17 yaşında 5 milyon avro. Yukarıda altyapıdan yetişmiş isimlerin toplam bonservis değeri 511 milyon avroya denk geliyor. Bunlar sıfır maliyete yakın yetişmiş oyuncular. Takımın değeri 944 milyon avro olduğuna göre, altyapıdan yetişmiş oyuncuların bonservis değerlerinin içindeki payı da yüzde 54’e tekamül ediyor. On yıl önce de bu oran yüzde 59 seviyesindeydi. Kulübün kurduğu işletme modeliyle, oyunculara kattığı değer ve oyuncuların takımda oynayarak yarattıkları katma değer ile ortaya koydukları başarı birbirine bağlı bir reaksiyon zinciridir.
Kulüp, yetiştirirken aldığı sorumluluğu onları A Takım'da oynatarak devam ettirirken, kendi felsefesini -ki Cruyff felsefesidir- prensiplerini benimsettirirken, sadece futbolcu değil öz güveni yüksek, kulübün ve şehrin tüm kültürel kodlarına sahip bir birey yetiştiriyor.
İnsan yetiştirmenin temel dayanağı eğitimdir. Mesleki eğitim müfredatın yanında örgün eğitim müfredatı da alınma zorunluluğu, bir meslek edinmeden ziyade bütünsel bir insan yetiştirmenin sorumluluğundan kaynaklanır.
∗∗∗
Böyle bir değeri rekabet ortamına sokarak, istikrara ve sürdürebilir başarıyı yakalamak hem psikolojik hem sosyal hem de ekonomik açıdan büyük kazançları beraberinde getirir. Ama bunun da olmazsa olmazı olan bir teknik direktör seçimi vardır. İşte bu yüzden Hansi Flick çok önemli ve çok kıymetli tercihti. Aynı şekilde, futbolun İspanya’da bir sektör ve uluslararası rekabet kurgusu içinde en üstte yer almasının temel dayanağı da Milli Takım'da Luis de la Fuente’nin teknik direktör olmasıdır. Bu paralellik, Barselona kadar İspanya futbolu için de önemli bir derinliğe sahiptir.
Biz daha Montella’ya Ümit Milli Takımı bağlamaktan bahsederken ve antrenörlük hayatı sadece 8 ay olan Gökhan Gönül’ü Ümit Milli Takım'ın başında tüm eksikleriyle bağımsız kılarken, üstelik Genç Milli Takımlar Teknik Sorumluluğu'na da alt yapı ile ilgili hiçbir donanımı, bilgisi olmayan Hami Mandıralı'yı getirerek baştan işin olmayacağına karar veriyoruz. Eğer tek referans Karadenizli olmak ise zaten bu konuları tartışmanın anlamı olmaz.
Üretime yönelik işletme modeli kurulmadığı taktirde, ne genç milli takımlardaki beklentiyi yükseltebiliriz ne de ülke futbolunun batmasını önleyebiliriz.
Ligde varmış gibi oynanan futbolun yanında, tek katma değer yaratılacak yer olan Avrupa kupalarındaki başarısızlıkta, sadece popülist transferler ile yapılan servet transferleri ve mutlu bir azınlığa hizmet ettiği için, burada karşılık bulması da mümkün değildir. Zaten ülkede hızla manipüle edilen bir kitlenin oluşturulması sayesinde, skorboard üzerinden bir futbol beklentisinin sonuç alması, hem medyanın hem de mutlu azınlığın işini oldukça kolaylaştırıyor.
Biraz kulüplerin içlerini mali açıdan incelediğimizde her şey daha net belirginleşecektir. 31 Ağustos 2023 itibarıyla 4 büyük Türk kulübünün borç tutarı 30 milyar liraya ulaştı. Ve her ay, her sene bu borç artarak artık geri dönülemez bir yapıya bürünüyor. Üstelik bu borç tutarı gelirlerinin hemen hemen 3 katına denk geliyor. Her türlü manipülasyona açık olmasıyla birlikte, takımların bonservis değerleri ve bunun içindeki altyapı payına bakmamız ne olmadığımız açısından da önemli.
∗∗∗
Beşiktaş’ın takım değeri 140 milyon avro. Bunun içindeki altyapı oyuncu katkısı, Semih Kılıçsoy’un 15 milyon avroluk bonservis bedeliyle beraber 20 milyon avrodur. Yüzdelik dilim olarak yüzde 14,2 olması ki Beşiktaş için çok az, ama diğer üç takıma göre fazla olmasının da tarihsel sürece rağmen şu an için bir karşılığı yoktur.
Galatasaray’ın takım değeri 262 milyon avrodur. İçindeki altyapı oyuncu katkısı Yunus Akgün’ün 6,5 milyon avroluk bonservis bedeliyle beraber 9 milyon avrodur. Rakamlara baktığımızda, altyapı oyuncuların payının yüzde 3,4’e denk gelmesi Galatasaray’ın bu defteri kapattığı anlamına geliyor.
Fenerbahçe’nin takım değeri 226 milyon avrodur. Altyapı oyuncu katkısı kaleci Ertuğrul Çetin’den dolayı sadece 500 bin avrodur. Fenerbahçe kulübünün piyasa değerinin içindeki altyapı oyuncuların payı yüzde 0,22’ye denk geliyor ki altyapı kavramından dahi bahsedilemez. Trabzonspor’un takım değeri 105 milyon avro. Altyapı oyuncu katkısına baktığımızda, Uğurcan Çakır’ın 8,5 milyon avroluk katkısıyla 13,5 milyon avro değerindedir. Trabzonspor’un sadece yüzde 12,8 dilime sahip olmasının karşılığı istikrarsızlığın ve geçmiş ile yaşadığı çelişkinin sonucudur.
Burada Beşiktaş’ın ‘Öz Kaynak Düzeni’ ismiyle, Ajax’la bile rekabet edecek bir değere sahip olan modeli, son 20 yıl içinde, özellikle Ahmet Nur Çebi ve Hasan Arat dönemleriyle birlikte adeta yok edildi. Trabzonspor’un tüm şampiyonluklarını kazandığı ve Liverpool’u yendiği kadrosuna baktığımızda, tamamen kendi altyapı oyuncuları ile bu başarıları yakalarken ve İstanbul’a ilham olacakken, İstanbul ile rekabet etmek için tüm bu emekten vazgeçmesi neticesinde, geldiği yer bakımından sürecin ne kadar yanlış olduğu tam anlamıyla görülüyor.
Türkiye’de futbol, tüketime-sömürüye yönelik bir ‘rant’ oyunudur.
BirGün/ Müslüm Gülhan