1980’lerin ortalarıydı. Mali açıdan sıkıntılı günler yaşayan Beşiktaş, Süleyman Seba önderliğinde ayakları üzerinde doğrulmaya çalışıyordu. Samet, Kadir, Ulvi gibi ağabeylerin yanına gençler gelmişti. Şimdi lüks bir otelin bulunduğu Çırağan Sarayı’nın kalıntılarındaki toprak sahada antrenman yapar, derme çatma bir soyunma odasını kullanırlardı. O günlerin acar muhabirleri İlker Ateş, Faik Gürses, Bilal Meşe ve bıyığı henüz terlememiş Hilmi Türkay haber peşindeydi. Bir derbi öncesi, taraftar grubu baklava getirdi idmana. Ayrı gayrı olmadığı için kıdemli gazeteci ağabeyler de baklava partisine dahil olmuşlardı. Ben de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ndeki dersi kırıp rahmetli Abdülkadir Yücelman’ın görevlendirmesiyle fotoğraf çekiyordum. O sırada genç bir futbolcu koluma girdi, “Senin ne günahın var yesene baklavadan” diye. Rıza Çalımbay’dı. O günlerin “Atom karınca”sı.
İyi futbolcuydu, daha önemlisi iyi insandı. Beşiktaş Çarşı’daki düğününe de “Gazeteci olarak değil, kardeşim olarak geleceksin” demişti. Futbolu Beşiktaş’ta bıraktı. Milli takımlarda görev aldı, Anadolu’da çalışılması güç Denizlispor, Sivasspor gibi takımlarda tarih yazdı. Yolu bir ara Beşiktaş’a düştü. Rakipleri G.Saray ve F.Bahçe transfere milyonlar dökerken o yuvasının parasını koruma adına istediği isimleri değil de yönetimin önerdiği isimleri aldı, başarısızlık yaşamadığı halde, işler kötü giderken sorumluluk üstlenip, “Önce ben gideyim” dedi. Ardından imzaladığı sözleşmelere de “Eğer Beşiktaş çağırırsa serbest kalır” maddesi koydurturdu.
Evet, Beşiktaş’ın evladı evine, “Baba evine” geri döndü. O yüzden her Beşiktaşlı -Hasan Arat, Serdal Adalı ve diğer adaylar dahil- Çalımbay’ın yanında durmalı. Çünkü Kara Kartal’ın iyi bir teknik direktörü var. Şans tanınırsa başarılı olur ama her şeyden önemlisi Beşiktaş’ın parasını rahmetli babasının parasından daha iyi korur. Eskilere gitmişken; Akaretler’deki eski kulüp binasının üst katında yönetim toplantısı vardı. Biz de aşağıda gelişmeleri bekliyorduk. Cama Süleyman Seba çıktı. “Çocuklar kuru fasulye var gelin”. Tadı damağımdadır. Arnavut biberi de vardı, 7-8 Hasan Paşa fırınından getirilen ekmeği banmıştık tabağa. Sonra, takımın haşarı çocuğu Sinan Engin, Hilmi Türkay ve beni arabasıyla Cağaloğlu’na bırakmıştı.
Dip not: Beşiktaş’taki bu havanın benzerlerini Cüneyt Tanman’la Bülent Korkmaz’la, Erhan Önal’la Galatasaray’da, Selçuk Yula’yla, Şenol Çorlu’yla, Aykut Kocaman’la da Fenerbahçe’de, Ünal, Lemi, Hami ile de Trabzon’da yaşardık o günlerde.
Arif KIZILYALIN / Cumhuriyet