Beşiktaş bir maçı daha “Ya kalede Mert Günok olmasaydı? İyi ki kalecimiz Mert Günok!” diyerek bitirdi. Maçın tek golünde Mario, Rafa’ya asist yaparken iki oyuncu birbirlerine toplamda 10. kez asist yapmış oldular. Mario transfer olduğunda “En iyi yardımcı erkek oyuncu yani Kemal Sunal’ın yanındaki Şevket Altuğ veya Erdal Özyağcılar gibi” derken kast ettiğim buydu. Nasıl bu efsane aktörler birbirlerinin mimiklerine, hareketlerine, jestlerine kendilerininkiler kadar hakimdir işte ona benziyor.
Felix’in 20. dakikadaki diyagonal uzun topunda sağ çizgiye yakın bir yerde topla buluşan Mario, o dakikaya kadar soldan Masuaku’nun yaptığı erken havadan ortaların verim sağlamadığının farkındaydı o yüzden Semih ve Rafa gibi uzun boylu olmayan iki oyuncuya havadan ortalamak yerine hareketlerini, vücut dilini çok iyi bildiği Rafa gol pozisyonuna girene kadar topu sakladı ve yerden Rafa’nın verimli olabileceği şekilde asistini yaptı. Keşke daha önce başka takımlarda 9 karşılıklı asisti ortaya çıkaran “birbirini tamamlayan kolektif kimya” Beşiktaş formasıyla daha önceki maçlarda da sahne alsaydı! Bunun gerçekleşmesi için Mario’nun merkezde oynatılması gerekiyordu ancak Rafa zaten o maçlarda o mevkide oynuyordu hatta kanatta verimi en az %50 düşen Muçi’nin de, Sivas’ta 11’de olmayan Alex Oxlade-Chamberlain’in de en verimli oynayabildiği yer dün Mario’nun Sivas deplasmanında oynadığı mevki.
Tabii ki (!) Beşiktaş ilk 11’inde yine en verimli olduğu mevki kanat forvet olan bir oyuncu yoktu. Serdar Topraktepe daha çok 4-3-2-1 gibi bir formasyonla oynattı. Tek santrfor Semih’in arkasında merkeze yakın rolde Muçi ve Rafa vardı, hemen arkalarında merkez orta saha üçlüsü ise Ndour, Mario ve Gedson’dan oluşuyordu. Bu kurgu kesinlikle Adana Demirspor veya Rizespor maçlarındaki kadar kötü değildi ancak Rize’de olduğu gibi yine en fazla fark yaratan isim kaleci Mert’ten başkası değildi.
Çünkü Beşiktaş yine net bir defansif orta sahası olmadan oynadı. Ndour defansif orta saha değil, daha çok bir derin oyun kurucu rolündeydi zaten oyuncu profili de böyle. Mert’in önünde ise yine iki solak stoper vardı, o da lafın gelişi iki stoper! Bakhtiyor Zaynutdinov çok iyi niyetli, çalışkan, ahlaklı bir sporcu kardeşimiz ancak transfer edilirken ödenen bonservisin değerinde bir oyuncu değil, “Her yerde oynar ama” da çok büyük ve saçma bir şehir efsanesi! Beşiktaş gibi büyük bir takımın stoperi birisi Mert Günok’un kurtardığı Emrah Başsan’ın frikiğine sebep olan pozisyon olmak üzere 10 dakikada iki kez hava topunda zamanlama ve vücut pozisyonu hatası yapmaz! Bakhtiyor Zaynutdinov kardeşim maalesef bunu iki kez yaptı çünkü zaten stoper değil ve dünyada hiçbir takım 3 sezon üst üste defalarca iki solak ile merkez savunma ikilisini kurmaz, bu futbolun geometrisi açısından büyük bir saçmalıktır. Ayrıca Bakhtiyor Zaynutdinov yerine Emirhan da Felix ile beraber sürdürülebilir başarı getirecek stoper tandemi olamaz. Sol stoperde solak hamle stoperi Felix veya Emirhan olabilir, sağ stoperde sağ ayaklı lider karakterli stoper Gabriel olursa ancak olur!
Adı geçen teknik direktörleri değerlendirmeden önce şunun bir kez daha altını çizelim: Dörtlü savunma oynarken iki solak hamle stoperi ile dengeli bir savunma merkezi kurulamaz. İdeal 11’de Gabriel’in yer aldığı sağ stoperde Bakhtiyor Zaynutdinov hiç olmaz. Kanat forvet olmadan 4-2-3-1 olmayacağı maç sonrası sabah güneşin doğup gündüz olacağı kadar net bir gerçekse, iki solak hamle stoperiyle maç kazanabilmen için Mert’in Sivas’taki efsanevi kaleci performansına ihtiyaç duyarsın! Mert Günok Beşiktaş’ın 21. yüzyılda, yani 2003’ten beri Cordoba ve Fabri ile beraber Beşiktaş’ın en iyi kalecisi. Cordoba 100. yılda önünde Zago ve Ronaldo varken, Fabri ise Marcelo veya Pepe varken savunma komple ne kadar iyiydi ve kalecilere ne kadar az top geliyordu, tekrar göz önüne getirip düşünün. Mert’in önünde de şu yüksek kalite stoperlerden olsa da daha az top gelse, inanın en çok Mert Günok bunu ister! Çünkü kendisinin değil Beşiktaş’ın daha iyi olmasını istiyor.
Mert Günok’un çocukken en hasta Beşiktaşlı olmadığını hangi ezeli rakibin altyapısından yetiştiğini herkes biliyor, yıllardır Beşiktaş’a en uzun süreli, en kaliteli futbolculuk hizmetini verip bir de üstüne çok iyi kaptanlık yapan da ta kendisi. Bunun “teknik direktörcesine” bağlanalım o zaman: Beşiktaş’ın yeni teknik direktörü en uygun isim mi olmalı yoksa en Beşiktaşlı kişi mi? 20 Ocak’ta 48 yaşıma gireceğim, Beşiktaş’ı üst üste şampiyon yapan iki ayrı teknik direktör gördüm. Birincisi yıllarca Liverpool’da oynayan Gordon Milne diğeri de büyük ihtimalle sünnetinde bile bordo mavi kravat takan Şenol Güneş! Hayatımda gördüğüm en Beşiktaşlı kişi de babam Selim Ece! Babam teknik direktör olsaydı, değil Süper Lig’de şampiyon olup Şampiyonlar Ligi’nden namağlup lider çıkmak, ligi beşinci bile bitiremezdik! Xabi Alonso, Leverkusen’ı şampiyon yapan ilk hoca olurken ben onu futbolculuğunda sıklıkla Leverkusen karşısında süper oynarken hatırlıyorum. Klopp, Ranieri vs. say say bitmez… Guardiola çocukluktan, altyapıdan Barcelonalı. Manchester City taraftarı değil ancak ikisine de sayısız kupa kazandırabilecek kadar iyi bir teknik direktör.
Ben de çok sevdiğim İbrahim Üzülmez ve Mehmet “Şifo” Özdilek’in Beşiktaş’ı büyük başarılara ulaştıracak kadar üst düzey teknik direktörler seviyelerinde olmalarını çok isterdim. Mehmet Hoca bir ara Antalyaspor’da, İbrahim Üzülmez de alt ligde iyiydi ama maalesef gerisi gelmedi. Okan Buruk sadece Galatasaray’da oynamadı, Akhisar’a Türkiye Kupası ve Başakşehir’e Süper Lig şampiyonluğu kazandırdı. En Galatasaraylı kişi olan değil, Galatasaraylılığı ile bilinip teknik direktörlük açısından en liyakatlı olanı Galatasaray’ı iki sezon üst üste şampiyon yaptı. Sergen Yalçın ilk ayrıldığında dönemin Ahmet Nur Çebi başkanlığındaki yönetimi yeni teknik direktörü belirlemek için bir toplantı yapmıştı. Ben de haber beklerken toplantı çok uzun sürünce rahmetli Berkan Gocay adına online çiçek sitesinden İnönü Stadı’ndaki toplantıya çiçek gönderdim ve içine not olarak “Boştaki en iyi Türk teknik direktör Okan Buruk’a hiç oy çıkmadı mı?” yazdım. O dönemde sadece Emre Kocadağ, Okan Buruk’un Beşiktaş teknik direktörü olarak başarılı olabileceğini söylemiş, o kadar!
O zaman soruyu şimdi yineleyelim: Son zamanlarda en başarılı, boştaki Türk teknik direktör kim? Son 2 sezona göre İsmail Kartal ve ben hayatımda İsmail Kartal’dan daha Fenerbahçeli çok az insan tanıdım. Benim için tek sorun şu olur: Eğer İsmail Kartal Beşiktaş teknik direktörü olur da 1.5 yıl sonra Beşiktaş’ı şampiyon yaparsa ve o arada Fenerbahçe hiç şampiyon olamazsa İsmail Kartal teklif geldiği an Fenerbahçe’ye döner. Bu zamanında Branko Stankovic-Fenerbahçe-Beşiktaş üçgeninde yaşandı ve Stankovic çocukken çok büyük ihtimalle ya Kızılyıldız ya da Partizan taraftarıydı! İsmail Kartal’ın soyadı da “”Kartal yerine “Kanarya” olsaydı herhalde tepeden tırnağa yaşamış en Fenerbahçeli insan olarak anılabilirdi!
Peki, Fenerbahçeli İsmail Kartal’ın Beşiktaş versiyonu ne zaman ihtiyaç olsa geçici teknik direktörlük rolüne koşa koşa gelen Serdar Topraktepe midir? Eğer Serdal başkan ve Serdar Hoca böyle görüyorlarsa, beraber çalışmaya devam edebilirler. Lakin Serdal Adalı kaybettiği kongrelerden sonra son kongrede o kadar büyük bir farkla kazandı ki herhalde yıllardır biriken bir ideal Beşiktaş projesi vardır, olmalı. O yüzden yeni teknik direktör konusunda onun kafasındakiler de bizim fikirlerimiz kadar değerli. Adı çıkan diğer teknik direktör isimleriyle devam edelim: Razvan Lucescu, Marcus Gisdol, Edin Terziç, Roger Schmidt…
Roger Schmidt aralarındaki en yüksek profilli ve oynattığı futbol en çok heyecanlandıran teknik direktör. Tartışmasız çok büyük hoca ama Jorge Jesus gibi bir büyük hoca inadı ve inandığı futbol tarzından asla ödün vermeme ilkesi var. Beşiktaş’ın mevcut kadrosuyla Roger Schmidt’in idealindeki futbolu oynamak Serdar Ali Çelikler’in bu yaştan sonra Pavarotti gibi bir opera şarkıcısı olması kadar imkânsız!
İdeal oyun felsefesinin merkezi hızlı kanat oyuncuları ve onların sahada yarattığı tempo farkı olan Roger Schmidt belki Benfica’da verim aldığı Rafa ve Mario’nun yanı sıra Gedson adını görünce şevklenebilir ancak kanatlara bakınca zaten bir şey bulamayacağı için ibre tam tersine döner. Ayrıca bu aşırı profesyonel hocaya Türkiye’de neredeyse her kulüpte maaşların geç yattığını falan anlatamaz, kabul ettiremezsin. Aksi mümkün olsaydı 1990’ların ilk yarısında Türkiye’de ilkBeşiktaş’a gelen Daum’un yarattığı etkiyi yaratması fazlasıyla mümkün ancak Daum zaten Doğu Almanya kökenli olduğu için Türkiye’yi hemen çözmüş bir isim: Önce devre arasında soyunma odasına bir torba dolu para asıp motive etmeye çalışan Daum kısa süre sonra soyunma odasına tekerlekli sandalyesindeki engelli bir taraftarı getirip “Bu adam için kazanın” motivasyonuyla bizim memleketi erkenden çözmüş bir isim. Roger Schmidt ise Portekiz’i bile zaman zaman fazla Akdenizli, az kıta Avrupalı bulup çalıştığı ülkeye entegre olmakta zorlanmış birisi.
Ayrıca Roger Schmidt, kadrodaki bazı oyuncuları kariyerlerine bakmadan daha ilk antrenmandan kovup kadro dışı bırakabilecek bir mizaca sahip. Beşiktaş zaten yeterince karmaşık. Şenol Güneş’ten sonra Abdullah Avcı yerine Roger Schmidt getirilseydi ve o dönemde maaşlar çok geciktirmeden ödenseydi, çok başarılı olabilirdi!
Edin Terzic ise yakın zamanda Dortmund’u Şampiyonlar Ligi’ne çıkararak büyük bir başarıya imza attı ve repütasyonu hiç olmadığı kadar yüksek. Ayrıca bir süredir Tottenham’dan haber bekliyor. Beşiktaş’ta Biliç ile çalıştığı dönemden eski halı saha arkadaşımın Beşiktaş’ı uzun yıllar çalıştırmasını çok isterim ama halı sahada beraber oynadık diye değil, bence Tottenham onu yaşlandırır, o güzelim saçlarını döker veya kısa sürede hepsine aklar düşürür. Tabii ki yarı şaka-yarı ciddi takılmam bir yana Bosnalı Alman bir hoca Dortmund’dan sonra İngiltere Premier Lig’de çalışmayı hedefler çünkü Klopp ve Tuchel Dortmund’dan Premier Lig’e geçişlerinde toplamda büyük başarılara imza attılar ve “Yeni kuşak Alman hocalar” akımı İngiltere’de devam edecek gibi. Yine de çok isterim ki bir teknik direktör gelsin ve uzun yıllar Beşiktaş’ı çalıştırsın! Bu açıdan en ideal aday kâğıt üstünde Edin Terzic olsa da konjonktür bu ihtimali çok azaltıyor. Bir başka Alman hoca Markus Gisdol ismi gündemde yokken Son Raund’u çekmek için VOLE’ye geldiğimde bana “Samsunspor’un hocası Thomas Reis Beşiktaş’a olmaz mı sence?” diye sorulduğunda genç editör kardeşlerime cevap verirken aklıma gelmişti. Reis, Samsunspor’da gayet başarılı lakin Gisdol devam etmek istemediği için Reis getirildi ve Gisdol Samsunspor’u küme düşme hattında devralıp çok iyi toparladı, Reis’a çok derli toplu bir takım bıraktı. Beşiktaş’ın sorunu şurada başlıyor; bazı oyuncular (Rafa, Mert, Gedson, sakat olmayınca Gabriel) çok iyiyken bazıları kötü ama Samsunspor’da devraldığı kadrodaki kötüler kadar da kötü değiller. Bazı oyuncular çok iyi olmasına rağmen ortaya bireysel yeteneklerin toplamının yarısı kadar yetenekli bir ideal 11 çıkmıyor. Gisdol işte bu çelişkileri tersine çevirebilir ve anladığım kadarıyla da Beşiktaş’ı çalıştırmayı çok istiyor.
Küme düşmenin en büyük adayıyken göreve başladığı Samsunspor’dan ayrılırken herhalde Türkiye’deki repütasyonuyla şampiyonluğa oynayabilecek daha güçlü bir camiada görev almak istiyordu. Profil ve Türkiye tecrübesi açısından kâğıt üzerinde uygun bir isim. Ayrıca taktiksel açıdan esnek de bir teknik direktör. Baktı ki kanat forvet yok ve devre arasında kalite enjeksiyonu yapabilecek kanat forvetler almak mümkün değil birer kanat bekli bir 3-5-2’yi tercih edip kolektif verimi arttırabilir, en azından daha dengeli sonuçlarla maçları bitirebilir. Kâğıt üzerinde Beşiktaş’ın mevcut gerçeğine en uygun ismi ise sona bıraktım ve yarım porsiyon da olsa “Beşiktaşlılık duygusu en uygun teknik direktör” formülüne aritmetik açıdan dahil olacak. Baba Lucescu, yani Mircea Hocam bizim kuşak için yarım kalmış bir Beşiktaş devrimi tadındadır. Üstelik Galatasaray’ı Fleurquin gibi çalışkan ama yetenekleri kısıtlı oyuncularla şampiyon yaptıktan sonra kulüp “daha Galatasaraylı” olan büyük başarılara imza atmış Fatih Terim’i göreve getirince Mircea Lucescu yanına Sergen Yalçın’ı alarak Beşiktaş’a geldi. Özellikle İbrahim Altınsay ve Erdil Arpacı ile kafa kafaya vererek kısa sürede çok iyi bir takım kurmayı başardılar ve 100. yılda şampiyonluk geldi.
Bir dahaki sezona Beşiktaş hem ligde hem de Şampiyonlar Ligi’nde daha da iyi başladı hatta. O Lazio kalecisi Peruzzi televizyonun sağ köşesinde açılan pencerede Prag’dan saçma sapan golü yiyene kadar her şey çok çok iyiydi! Gerisini hepiniz biliyorsunuz. Ben bir süre Mircea Lucescu ile temasımı sürdürdüm, hatta Kadıköy’de oynanan 2009 UEFA Kupası Finali’nden önceki gün hocayla sohbet ederken “yarım kalmış Lucescu devrimi” duygusu fena halde içimi acıttı. Hocaya Donetsk’e getirdiği Brezilyalı oyuncuların şahaneliğini överken bir anda “Beşiktaş’ta kalsaydım, hepsini Beşiktaş’a getirecektim” dediği an başımdan aşağıya binlerce kova sıcak su döküldü! Sonrasında oğlundan bahsetmişti, işte Razvan adını ilk kez orada duydum. Açıkçası herkes kendi çocuğunu en iyisi olarak görür. Razvan Lucescu babası gibi Inter, Serie A vs. büyük ligler ve takımlarda teknik direktörlük yapmadı. Lakin babası gibi Rapid Bükreş ve Romanya Milli Takımı’nda hocalık yaptı. Şimdilik “yarım kalan Lucescu Beşiktaş devrimi” hissini bir kenara bırakalım ve tamamen bir AI gibi bilimsel mantık açısından bakalım.
“Türkiye bir Batı Avrupa ülkesi gibi olabilir mi yoksa tamamen bir Ortadoğu ülkesi mi?” kısır tartışmasını bir yana bırakalım ve coğrafya ile futbolu tamamen birleştirelim. Türkiye Süper Ligi bir Doğu Avrupa Ligi, biz de zaten Batı Avrupalı’dan çok Doğu Avrupalı’yız ve bize en yakın lig maalesef Yunanistan Ligi. Razvan’ın soyadı Lucescu değil de Ece olsa, PAOK hocası olarak Olympiakos’u alt eden bir teknik direktör şu andaki Beşiktaş’ı devralıp orta vadede Fenerbahçe ve Galatasaray’ı geçebilir. Rakip takım hocalarıyla kupa finalinden sonra havalimanında kavga edecek kadar deli Beşiktaşlı amcamın ikinci eşi, yengemiz PAOK taraftarı ve ona göre Razvan çok büyük bir efsane.
Ben Türkiye’den bakınca şunu görebiliyorum: O PAOK kadrolarıyla o Olympiakos kadrolarını alt etmek iyi teknik direktörlük belirtisi, orası kesin. Lakin yengem kendi memleketi Yunanistan’dan bakarak şöyle diyor: “Razvan korkusuz, dilinin kemiği yok ve PAOK’u en iyi temsil eden kişi!” Kast ettiği ise aynı babasına çektiğinin en büyük kanıtı olan şu Razvan özdeyişi: “Hitler Almanya’sında bile böyle şey olmaz” Bunu Yunanistan futbolu ve lig yönetimi için söylediğini not düşelim ve efsanevi “Mahcupsun Güntekin” programındaki Ahmet Çakar-Mircea Lucescu tartışmasını hatırlayalım. Baba Lucescu o gün Türkiye Ligi’ni Çavuşesku Romanya’sına benzetmişti. Hiç komünist diktatörlük görmemiş ülkemiz Türkiye’de bu nasıl bir sansasyon yarattı işte o etkiyi onla çarpın, gerçekten de Hitler’in Nazi saldırganlığından mustarip olmuş Yunanistan’daki etkisini hesaplayın!
Bilen bilir. Ben karnından konuşan, mırıldananlardansa dilinin kemiği olmayanları severim. Razvan’da da Türkiye Ligi’nin ve memleketin içinde bulunduğu ruh haline göre bu açık sözlülük Beşiktaş lehine mi olur aleyhine mi, ona da Serdal Adalı başkan ve yönetimi karar verecek ben de sadece saygı duyacağım…
Sportz/ Ali Ece