Futbolseverlerin internet misali siteden siteye geçişi gibi dün de “maç sörfü” yapma olanağı vardı. Başakşehir-Beşiktaş maçında aradıkları tadı, tuzu, heyecanı ve golü bulamayınca, kim bilir, belki de Fenerbahçe-Sivasspor maçına kaydılar.
Fatih Terim Stadı’nda her iki takımın hedefi ligde ters giden maçlardan sonra kazançlı bir düzlüğe çıkmaktı. Beşiktaşlılar da Başakşehirliler de üst üste kaybetmenin alışkanlık yaratacağını biliyorlardı. Ona göre hazırlandılar. İki takımın Europa League ve Konferans Ligi’nden galibiyet ve beraberlikle çıkmış olmaları gönülleri rahatlatan, umut veren gelişmeydi.
İyi niyetimizle böyle bir beklenti içinde başladık maçı izlemeye… Hayret… Oldukça yavaş, sanki sabah yürüyüşüne çıkmış orta yaşlılar örneği koşar gibi yaparak başladılar maça. Top kayıpları, faüller, yerini bulmayan paslarla oluşan aldatıcı atak fırsatları maçı maç yapmaya yetmedi.
Beşiktaş, maç bitmeden önce baktığım son istatistik verisinde yüzde 62’ye 38 topun sahibi olan taraftı. Böyle büyük bir farkta baskılı bir oyun bolca şut beklersiniz değil mi? Hayır, iki takım da birer isabetli şutun üstüne çıkamadılar.
Dünkü maçta rakibini rahat bırakmayan, pozisyon oluşturmasına izin vermeyen taraf ev sahibi Başakşehir’di.
Beşiktaşlı futbolcularda Malmö maçını kazanarak UEFA’da 18. sıraya yükselmenin moral rahatlığı olabilir. Ancak bunun bir rehavete dönüşmesi kabul edilemez. Dönüşmedi de zaten. Durarak da olsa son dakikalarda daha atak tablolar sergilediler ama golü bulamadılar. Beşiktaş savunması sağlam dururken, orta alanda Gedson ve Al Musrati, forvette Rafa Silva, Muçi ve Joao Mario, Rafa Silva ve Muçi… Santrforda da Semih yetersizdi. Aynı olumsuzluğu Başakşehirli kardeşlerde de gördüm.

Milliyet/ Atilla Gökçe