Sayın Dizdar, anılarını ve Beşiktaş’la ilgili düşüncelerini bizimle paylaştı. Açıklamaları şöyle;

Yeni yönetim…

Yeni bir kongre yapıldı ve Beşiktaş yeni yönetimini seçti. Beşiktaş camiası olarak birlik olmalıyız. Yapacaklarının arkasında durmalıyız. Şu an yönetimi değerlendirmek için çok erken.

Şunu da belirtmek istiyorum, Riyad’da yaşanan skandal sonrası kulüp olarak anında cevabı vermişler ‘buyursunlar gelsinler, Dolmabahçe’de, İnönü Stadı’nda, Atatürk’ün semtinde sahamızı açıyoruz,’ demişler. Bu çok güzel bir olay, önce bir manevi kısmına bakalım, çünkü yolumuz uzun. Beşiktaş sadece bir futbol takımı demek değildir, Beşiktaş bir dernektir. Beşiktaş Kurtuluş Savaşı’ndan beri devam eden bir kuruluştur. Beşiktaş1903’ten beri bir bağımsızlıktır, Atatürk çocuklarının gelişmesi demektir.

Bunun için şu anda arkadaşları eleştirmemizin bir anlamı yok. Yapacakları planın arkasında durmalıyız. Ne yapacaklar, görelim.

Teknik direktör konusu… Beşiktaş’la anılan yabancı isimler… Sergen Yalçın?

Ben Sergen Yalçın olaymış, Ahmet-Mehmet olaymış, buna bakmam. Şunun için bakmam, ben altyapıda futbol oynamış, İmam Hayati’nin zamanında yetişmiş biriyim. Daha sonra da Çengel Hüseyin’lerin zamanında yukarıya doğru giderken Yusuf Sanlı’larla beraber olmuş insanım.

Biz Beşiktaş olarak altyapıya bakmalıyız. Yani altyapının başındakilern yetiştireceği insanların ne olduğunu görmeliyiz. Açık söylüyorum, futbol takımının başına kim gelirse gelsin, yerli de olabilir, yabancı da olabilir. Önemli olan plan-program dahilinde alt yapıyı önem verip, yukarıya doğru gitmektir.

Düşünebiliyor musunuz, bir Gordon Milne geldi, Ferdinand diye bir adam getirdi ama Gordon Milne ne yaptı, altyapıda yetişmiş Rıza’larla, Feyyaz’larla da oynadı.

Stankoviç geldi, o da aynı şekilde hareket etti. Miliç geldi, altyapıdan insanlarla çıktı.

Sergen Yalçın, bizim içimizde yetişen bir insandır. Rıza Çalımbay, bizim içimizde yetişen bir insandır. Ben bu dedikodulara girmek istemiyorum. Samet geldi de, şöyle oldu da. Öyle bir şey yok, kim ne yaptıysa yaptı.

Bir Beşiktaşlı olarak benim görüşüm şu, plan ve program dahilinde alt yapıyı yukarıya taşıyacak birinin olması.

Bir saatin dış kısmı güzel gözükebilir ama önemli olan saatin içindeki mekanizmalardır. Saatin içindeki dişliler ve çarklar uyum içinde çalışmazlarsa, saat ne kadar güzel olursa olsun, zamanı doğru göstermez. Bizim doğrumuz geriye dönmektir. Beşiktaş’ın doğrusu geriye dönmektir.

İftihar ediyorum, Mustafa’yla iftihar ediyorum. Bak Semih demedim, Mustafa dedim. Altyapıda Mustafa diye bir çocuğu seyrettim, çok güzel. Semih zaten mükemmel.

Yani demek ki bizim altyapımızda, fışkıran kaynaklardan sular var. O suların mecrasına gitmesi için dağın tepesinden aşağı doğru değil, kenardan, kıyıdan çakıl taşları gibi sivrilerek, denize ulaşmasını sağlamamız lazım.

O bakımdan bizim için önemli olan Yusuf Sanlı, Vedat, Coşkun, Tanzer, Baskın, Ali… bunlar nereden geldi? Feyyaz nereden geldi, Sefaköy’den geldi. Ali, Zühüratbaba’dan geldi. Bizim yapımız bu. Baskın nereden geldi, Tarabya’dan geldi…

Yani tüm bunların üstünde durmamız lazım. Bizim, açık ve net konuşalım, özümüze dönmemiz lazım. Öze dönmediğimiz sürece gelişme sağlayamayız.

Uzun vadeli başarı için öz kaynaklarımızı kullanmamız gerekir…

Her şey de yönetimden beklemesin. Bir Divan Kurulu’muz var, ne oluyor yemek-içmekten başka bir şey değil. Divan Kurulu’nun bir açıklamasını görmedim Süper Kupa olaylarıyla ilgili. Hiçbir şey söylenmedi.

Ama şimdi mükemmel bir de Denetleme Kurulu’muz var. Divan Kurulu yeme-içme yeri değildir. Divan Kurulu, akil insanlarının bir araya gelmesi, yönetim kurullarına, hangi yönetim kurulu olursa olsun, kimse seçilirse seçilsin, onlara düşünceleriyle bilgi vermesi lazım.

Bakınız, Süleyman Abi (Seba) zamanında olan bir şeyi hatırlatayım size: 2-3 sene, Süleyman Abi’nin, Şeref Nasır zamanında, bize verdiği yetkiyle, tüzüğü yazdık.

Şahane bir tüzük yazdık. O beşinci madde var ya, bizim beşinci madde hiçbir tüzükte yok. ‘Atatürk ilke ve inkılapları’yla’ diye başlar.

Ben o zaman Komisyon Başkanı’ydım. O zamanlar Hasan Arat’ta Süleyman Abi’nin yönetimindeydi. Süleyman Abi geldi ve tek bir şey söyledi: ‘benim haddim değildir size akıl vermek, Beşiktaş iflas ederse, mal varlığı Kabataş Vakfı’na kalmasın. Beşiktaş’a kalsın.’ dedi. Bizim tüzüğümüzde böyle bir hüküm var. Eğer Beşiktaş iflas ederse, mal varlığı Kabataş Vakfı’na, Kabataş Lisesi’ne kalacak. Ama Süleyman Abi, böyle bir durumda Beşiktaş’a kalsın istiyordu.

Şimdi, altını çizerek söylüyorum, Beşiktaş’ın özüne dönmesi lazım. Bu yönetim de bize bir acı reçete sunacak, biz de bunu kabul edeceğiz. Mecburuz.

Sporda şiddet meselesi…

Mesela, Sporda Şiddet Yasası’nın çıkmasında öncülük ettik. Yıldırım Demirören’in zamanında, 3 gün boyunca Charlton Oteli’nde konuyla ilgili program ve sunum yaptık. Hakemler dahil olmak üzere, herkesi davet ettik ve bunu kitap halinde sunduk. Tüm masrafları da, Demirören cebinden karşıladı, kulüpten para çıkmadı.

Hazırladığımız Sporda Şiddet Yasası Taslağı’nı, Yıldırım Demirören’e, rahmetli Ali Şafak Şık’la beraber götürdük. Herkesin bilmediği bir şeyi söyleyeyim: Yıldırım Demirören, Kenan Öner’e, ‘şimdi bu konuda eğitim çalışması yapmamız lazım, dedi. Ama o zamanki Genel Sekreter İsmail Günal da bu işin içindeydi ve hazırladığımız taslak dosya tozlu raflarda kaldı.

Hep geleceğe yatırım yapılmış, sadece Beşiktaş için değil, sporun gelişimiyle ilgili de… Şimdi bu tarz yatırımlar?

Ne yazık ki yapılmıyor. Mesela, bizim Akatlar’da bir spor kompleksimiz var. Bu tesisi Murat Aksu 40 yıllığına kiraya verdi. Biz orayı Erdoğan Tuncel’le birlikte. Belediyeden aldık, kulübe kazandırdık. Şimdi Hasan Arat Başkan’ımızın tek cümlesine katılmıyorum. ‘Orayı halledeceğiz’ diyor, Halledemezsiniz.

Orayı geri almak için Fikret Orman varlığını koydu, ama tapuya işlenmiş vaziyette olduğu için sonuç alamadı. Bunların bilinmesi lazım, sadece tribünden bağırmakla bazı şeyler olmuyor.

Son olarak, bizim gibi adamlar her zaman göreve hazırız.  Bize görev verdiklerinde, biz her zaman koşarız.' diyerek, sözlerini noktaladı.

Ahmet İnce | Duhuliye